“`html
Haftada Dört Gün Çalışma Modeli: Geleceğin İş Dünyası mı?
Son yıllarda, haftada dört gün çalışma modeli dünya genelinde birçok ülkede ve şirkette test edilmeye başlandı. Kanada, Avustralya, Belçika, İngiltere, Almanya ve en son Polonya gibi ülkelerde uygulanan bu sistem, çalışanların hem fiziksel hem de ruhsal sağlıklarını iyileştirirken, şirketler için de verimlilik ve karlılık artışı sağlıyor. Bilim dergisi Nature’da yayımlanan son araştırmalar, bu modelin olumlu etkilerini açıkça ortaya koyuyor. Buna karşın, Türkiye haftada ortalama 45,7 saat ile dünyanın en fazla mesai yapan ülkelerinden biri olarak dikkat çekiyor.
Fazla Mesai, Kültürel Bir Norm Olmuş durumda
Bursa Uludağ Üniversitesi İktisat Bölümü öğretim üyesi ve ALB Yatırım Başekonomisti Doç. Dr. Filiz Eryılmaz, Türkiye’de dahil pek çok ülkede fazla mesainin kültürel bir norm haline geldiğini belirtiyor. Bu nedenle, haftada dört gün çalışma modelinin uygulamaya konulmasının zorlukları olabileceğine dikkat çekiyor. Hürriyet gazetesi yazarı Fulya Soybaş, Eryılmaz’ın görüşlerine dayanarak bu durumu daha da açımlıyor.
Soybaş, Nature dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, 8 ülkeden 141 şirketin katıldığı geniş çaplı çalışmanın sonuçlarını paylaşıyor. Çalışmada, toplantı süreleri azaltılarak ve dijital araçlar daha fazla kullanılarak verimlilik artırılmaya çalışıldı. Araştırmanın odaklandığı dört temel kriter: tükenmişlik, mesleki tatmin, fiziksel ve ruhsal sağlık. Sonuçlar ise oldukça çarpıcı: Haftada dört gün çalışan bireylerin fiziksel aktivite düzeyinin arttığı, ruhsal sağlıklarının daha pozitif bir yönde ilerlediği ve hastalık izinlerinde kayda değer bir düşüş yaşandığı gözlemlendi.
İş-Yaşam Dengesi İçin İdeal Çözüm Mü?
Bu araştırma, Avrupa’daki diğer ülkelerdeki uygulamalarla da benzerlikler taşıyor. Haftada dört gün çalışma modelinin, iş-yaşam dengesini önemli ölçüde iyileştirdiği biliniyor. Ancak, Türkiye gibi ülkelerde bu sistemin neden zor gerçekleştiğine dair bazı sebepler var. Doç. Dr. Eryılmaz, Japonya, Çin, Hindistan, ABD, İngiltere gibi ülkelerde fazla çalışma kültürünün köklü bir geçmişe sahip olduğunu ifade ediyor. Bu noktada, Avrupa’da bu sistemin sadece belirli ülkelerde ve belirli firmalarda uygulandığını da ekliyor.
Örneğin, Japonya’da “karoshi” terimi, fazla çalışmaktan ölümü ifade ederken, Çin’de haftada altı gün, her gün sabah 9’dan akşam 9’a kadar süren bir çalışma kültürü hâkim. Türkiye’de de benzer bir durumun var olduğunu belirten Eryılmaz, hem çalışanların hem de işverenlerin bu kültürü kırmaları gerektiğini vurguluyor.
Türkiye’de Çalışma Saatleri ve Kültürel Engeller
Geçtiğimiz mayısta Avrupa İstatistik Ofisi verilerine göre, 20-64 yaş arası çalışanların Avrupa ortalaması haftalık 36 saatken, Türkiye 43.1 saat ile en uzun çalışma saati ortalamasına sahip ülke olarak öne çıkıyor. Ardından Sırbistan, Bosna-Hersek ve Yunanistan yer alıyor. Bu veriler, Türkiye’deki çalışma kültürünün ne kadar yoğun olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Doç. Dr. Eryılmaz, Türkiye’de kayıtlı en uzun çalışma saatinin 45 saat olduğunu ve kayıtdışı istihdamın da bu durumu daha da karmaşık hale getirdiğini belirtiyor. Yasal düzenlemeler yapılsa bile, sistemin uygulanabilirliğinin zor olduğunu ve çoğu işverenin yeni modele ayak direyeceğini ifade ediyor.
4 Gün Çalışma Modeline Geçiş İçin Ne Yapılmalı?
Türkiye’de haftada dört gün çalışma modelinin hayata geçirilmesi için öncelikle kültürel normların değişmesi gerektiği açık. Çalışanların bu yeni düzene alışması, işverenlerin ise bu modele geçişte daha esnek olmaları gerekiyor. Uzmanlar, bu sistemin getireceği faydaların, başlangıçtaki zorluklarla kıyaslandığında çok daha büyük olacağını savunuyor. Çalışma hayatında verimliliği artırmak, çalışanların yaşam kalitesini yükseltmek ve psikolojik sağlıklarını korumak için bu tür yenilikçi yaklaşımlar kaçınılmaz hale geliyor.
Gelecekte iş dünyasındaki bu dönüşüm, çalışanlar için daha sağlıklı ve dengeli bir yaşam sunma açısından önemli bir adım olabilir. Ancak, bu değişikliklerin hayata geçirilmesi için toplumun her kesiminde bir farkındalık oluşturulması gerektiği de unutulmamalıdır.
“`